banner127

Tarihimizi ne kadar biliyoruz?


Abdullah Akbaş

Abdullah Akbaş

Okunma 29 Mart 2022, 10:45

Alanya Kültür ve Sanat Vakfının, 2006  yılında Alanya Belediyesinin destekleri ile 11. sini düzenlediği Alanya Kültür ve Tarih Sempozyumdan sonra, birçok defa Alanya Tarihi ve Kültürü sempozyumu düzenledi. 2021 yılında ise, Alanya'nın fethinin 800. yıl anısına, Alanya Belediyemiz önce 800. yıl etkinlikleri lansmanı ve yıl içerisinde Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesinin ve farklı STK' larında katkı sağladığı  Alaiye'nin fethi ve tarihle ilgili bir çok etkinlikler gerçekleştirildi. Amaç, bilhassa gençlerde ve toplumda bir tarih bilincinin oluşturulmasını sağlamaktı. Bu konuda beklenen faydanın sağlandığına gönülden inanıyoruz ve büyük küçük emeği geçen herkese müteşekkiriz. 

Ancak tarih konusunda yeterli araştırma yapmadan ve okumadan, hele günümüzde sosyal medyada yazılan, hangi amaç ve hangi saikle yazıldığı konusunu irdelemeden, o yazılanlara göre, tarihle ilgili reddi miras yapmak ve geçmişi kötülemek bir nevi moda haline gelmiştir. Oysa biz Tarihimizle her zaman gurur duyarız ve gurur duymalıyız da. Kendilerini medeni göstermeye çalışan bazılarının yaptığı gibi  bizim geçmişimizde bir soykırım yoktur. Gittiğimiz her yere insanlık ve medeniyet götürmüşüz. Bu vesile ile, aşağıdaki yazımı paylaşmak istedim.

Tarihimizi ne kadar biliyoruz?

Tarih; en kısa ifadesi ile “bir milletin hafızasıdır.”  Aynı zamanda bir milleti millet yapan en önemli unsurlardan birisidir. Tarih kültürü olmayan bir toplumun geleceğinden söz edilemez. Fakat bugün gerçekle pek bağdaşmayan bir çok tarih kitapları bulunuyor. Burada aslolan  doğru tarih bilgisiyle donanmak geleceğin teminatına katkı sağlayabilir. Dolayısıyla bu konuda eğitim yuvaları olan üniversitelere önemli görevler düşüyor. Ancak diğer kurumlarında üniversitelere her açıdan katkı sağlaması bir kamu görevidir.

Bu bağlamda 2006 yılında Alanya Kültür Merkezinde 11.si düzenlenen Alanya Kültür ve Tarih Sempozyumuna katkı sağlayan ve vesile olan Alanya Belediyesi ve Alanya Kültür ve Sanat Vakfı’na teşekkür etmek gerekir.  Ki bu sempozyumda ülkemizin ileri gelen bir çok üniversitesinden değerli bilim adamları Alanya ile ilgili bildiriler sundular.   Dinlediğim bildirilerde Alanya ile ilgili ilk defa duyduğum birçok bilgiler edindim. Esasen sempozyumun açılış konuşmasını yapan 2006 yılında dönemin Alanya Kaymakamı sayın Hulusi Doğan’ın dikkat çektiği “Kültür Emperyalizmi”,  sempozyumun nedenli önemli olduğunun bir ifadesiydi. Bugün küreselleşen dünyada gerek ekonomik güçle, gerekse medyanın büyülü yüzüyle insanların beyinleri adeta uyuşturuluyor. Ve bu gücü elinde bulunduranlar, kendilerine menfaat sağlamak adına bir takım yalanlarla yanlışı gerçek olarak yansıtmada her hangi bir beis görmüyorlar. Bu nedenle kendi tarihimizi bize yalan yanlış olarak öğretiyorlar. Dolayısıyla bizim geçmişten gelen tarih geleneğimizle aramızdaki bağı koparıyorlar. Düzenlenen bu seminer yapılan araştırmalar neticesinde bir takım gerçeklerle yüz yüze gelmemizi sağlıyor.

Alanya Belediyesinin ekonomik katkılarıyla yapılan kazıda çıkan bir çok tarihi eser sempozyum izleyicilerine tanıtıldı. Bu eserler üzerinde analizler yapılarak kalenin tarihi ile ilgili bilgiler geçmişimize ışık tutacaktır. Yüzyıllardır bu kale burada, bir tarih hazinesi burada yatıyor. Ama bir takım sebeplerden dolayı kazı çalışmalarına başlanamamış. En önemli sebepte kazıya ekonomik açıdan bir bütçenin ayrılamaması olarak gözüküyor. Burada da belirttiğimiz gibi bugün tarih yazmakla ekonomi birbirinin bileşeni durumundalar. Bu kazıda mali destek sağlayan Alanya Belediyesini  burada bir kez daha kutlamak gerekiyor. 

Yine seminerde izleyicilere önemli bilgiler sunuldu. Alanya’nın imarının Alaaddin Keykubat tarafından yapıldığı anlatıldı. Sultan Keykubat’ın fetihten sonra kaleye yerleştirdiği 100 aileden bahsedildi. Bu 100 aile Alaiye’nin imarını yapmışlardır. Öyle hep anlatıldığı gibi Türkler hep aşiret ve göçebe hayatı yaşamamışlardır. 1200’lü yıllarda Alanya’ya yerleşmişlerdir. Yine Alanya’ya ilk mektebin 1861 veya 1871 yılında açılan Rüştiye mektebi olduğu anlatıldı. O yıllar Sultan Abdülaziz dönemine tekabül ediyor. Bize yıllarca Sultan Abdülaziz’den sonra tahta geçen ve 33 yıl imparatorluğu müthiş siyasi zekası ile yöneten Sultan II. Abdülhamit hep yanlış öğretildi. Ama güneş balçıkla sıvanmıyor. Bugün içinde bulunduğumuz durum ve birazcık tarihimizi yeniden sorgulamamız gerçeklerle yüz yüze gelmemizi sağlamıştır.  Zülfü Livaneli Vatan Gazetesinde “Önyargıdan uzak düşünmek” başlıklı köşe yazısında; “… Herkesin bildiği gibi, Mustafa Kemal’e saygım, sevgim sonsuzdur ve ilkelerini her fırsatta savunurum. Peki bu beni kamplaşmaya götürür mü? Hayır. Çünkü aynı zamanda Osmanlı uygarlığının çocuğu olduğumuzu bilir ve tarihi saygıyla yad ederim. Nihayet Mustafa Kemal Paşa’yı yetiştiren de Osmanlı’dır. Bize yanlış biçimde Kızıl Sultan olarak öğretilmiş olan Abdülhamid’e  de saygı duyarım.” Diyerek sezarın hakkını sezara veriyor.

Bugün toplumumuzdaki bazı kesimler; işte biz Osmanlıyı kabul etmiyoruz, biz sadece Türkiye Cumhuriyetini tanırız gibi akıl almaz ifadeler kullanırlar. Geçmişi veya Osmanlıyı reddetmek, kabul etmemek konusunda uluslar arası alanda ünlü tarihcimiz Prof.Dr. İlber Ortaylı “Osmanlı Barışı” adlı eserinde(shf.57) şöyle der; “Bazıları, ‘Osmanlı’yı reddederim’ diyor. Zannediyor ki adam, pasta keser gibi bir tarih yapabilir. Mümkün değil, böyle bir şey olabilir mi? Bir kere cumhuriyeti kuranlar Osmanlı Paşaları, Osmanlı erkan-ı harbiyesi. Demek ki bu redd-i miras sosyal düşünceye, sosyal realiteye uymayan bir görüş. Öyle adamlar var, hatta ihbar ediyor, ‘falanca reformları Osmanlı’ya bağladı’ diyor. Bizde modernlik, inkılapçılık ve yeni dünya düşüncesi Osmanlı devrinde ortaya çıktı. Ben niye eski harf de bilmek lazım diyorum? Bugünkü adamların öncesini orada bulurum çünkü.” İfadesi ile gerçekleri dile getiriyor. Tabi ki burada toplum olarak bizim okumayı sevmemiz de neyin gerçek neyin gerçek olmadığını görmemizi engelliyor. Bakınız bu konuda da İlber hoca bir başka eseri “Osmanlı’yı yeniden keşfetmek” adlı kitabında(shf.86)  tarihle pek ilgili olmadığımız konusunda; “Bugün Osmanlıların  fethettiği Arap dünyasında ne olup bittiğini, Fransa’da ve hatta Rusya’daki tarih talebesi, üniversitedeki tarih talebesi okuyup biliyor; ama biz bilmiyoruz. Bu doğrultuda küçük bir paragraf bile yazılmamıştır. Osmanlı’dan önceki Balkanlar nedir, kitaplarda bir paragraf yoktur ve oralarda nasıl bir hayat değişikliği olmuştur, örnek yoktur. Bugün ortada varlığıyla objektif olarak bulunan büyük bir bölgenin, cihanşümul bir imparatorluğun karanlık tarihini keşfetmek ve anlamak zorundayız. Oysa yazarlar, okumuş yazmış kimseler olarak, hem de halk olarak bunu ters anlamakta, ters yorumlamakta ve buna ters inanmakta birebiriz. Gelecek zamanlarda inşallah bunu telafi edeceğiz.” Diyerek bizleri aydınlatıyor. Fakat tüm bunlara rağmen bazı yazar ve çizerler; Emperyalistlerin kültür emperyalizmi olgusuna hizmet ediyorlar. Hala komşularımıza ve ortadoğuya geçmişte bize yaptıklarından dolayı düşmanlık beslememizi öne sürüyorlar. Artık bunları bırakmamız gerekiyor. Küreselleşen dünyada diğer ülkeler gibi bizde çıkarlarımızı düşünmemiz gerekiyor. Çıkıp şimdi Yunanistan’ı yeniden düşman ilan etmemizin bir anlamı yok. 

Sonuç olarak artık bizde tarihi araştırmalara kaynak ayırmamız gerekiyor. Öncelikle biz kendi tarihimizi doğru olarak öğrenmemiz gerekiyor. Bugünkü dünyada Türkoloji sahasında en kalabalık kadrolara sahip iki ülke vardır: Bunların birincisi, ABD ikinci eski Sovyetler, yani yeni Rusya Federasyonu’dur. Birincisi en zengin kütüphaneler ve araştırma fonları ve araştırmacı kadrolarla donanmıştır. Bizi bizden iyi bilmelerinin sebebi budur. Yine İlber hocanın bir tespiti ile konuyu bitirelim; “Tarih hiçbir şekilde bu millete okutulamamıştır. Benimsetilememiştir, sevdirilememiştir. Tarih bilmemekten dolayı tarih reddetme vardır” ifadesi her şeyi anlatmaktadır.

banner128
Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.