banner127

Göçle gelen


Abdullah Akbaş

Abdullah Akbaş

Okunma 29 Mart 2022, 10:37


Dünya üzerinde her yıl milyonlarca insan çeşitli nedenlerden dolayı farklı kentlere, bölgelere ve ülkelere göç etmektedir.  İnsanların doğup büyüdükleri yerleri terk etme sebeplerine bakıldığında; sosyal, ekonomik, güvenlik ve sağlık açısından daha iyi imkanlara kavuşmak,  doğal afetlerin etkilerinden kurtulmak ve daha iyi yaşam standartlarına ulaşmak  gibi birçok neden sayılabilir.  Bir umut ışığı olarak bireylerin ya da toplulukların   bir ülkeden başka bir ülkeye, bir bölgeden başka bir bölgeye  veya bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine  gitmeleri karşımıza   iç ya da dış göç olgusunu çıkarmaktadır. Göç insanları sosyal, kültürel, ekonomik, politik, sağlık  gibi  tüm bileşenleri ile  etkileyen bir olaydır.
Bu gün Alanya hem iç hem de dış göç almaktadır. Ülkemizde en  fazla göç alan kentlerimizden birisidir. DİE verilerine göre; 1940 yılından bu yana Türkiye Nüfusu 3,8 kat artarken Alanya Nüfusu 7,5 kat artmıştır. Türkiye nüfusuna oranla  iki kat artış gösteren ilçe nüfusu, daha çok Alanya dışından gelen göçlerle oluşmaktadır.  Bu verilere göre Alanya ilçe nüfusunun % 60 dan fazlasının göç nedeni ile geldiği söylenebilir. Göçün en fazla artış gösterdiği yıllar ise ilçenin turizm ile gelişmeye başladığı yıllar olan 1985 ve özellikle 1990 sonrasıdır. Ayrıca çoğunluğunu Alman ve İskandinav ülkelerinin oluşturduğu yaklaşık 12 bin  civarında yabancı uyruklu vatandaş ilçemizde sürekli ikamet etmektedir. Yukarıdaki veriler ışığında 2006 yılı için ilçe genel nüfusunun yaklaşık 330.000 olduğu tahmin edilmektedir. Alanya’da mevcut işletmelerin büyük bir çoğunluğunun sadece yaz aylarında hizmet vermesi ve bu nedenle iş bulmak ve çalışmak umuduyla  işsizliğin yoğun olduğu bölgelerden gelen mevsimlik göç de yadsınamaz boyutlara ulaşmaktadır. Yaz aylarında turizm tesislerinin dolması ile beraber ilçe nüfusunun 3-4 katlandığı bilinen bir gerçektir.
 Alanya’nın aşırı göç almasının nedenlerine bakıldığında;
İlçenin turizm bölgesinde bulunması ve artan işgücü ihtiyacı, sıcak para girişinin fazla olması, inşaat sektörünün hızlı gelişmesi ve işadamlarının bölgeye yatırım talebi, deprem riskinin az olması, bölgedeki yaşamı ulusal basının albenili göstermesi, , işsizlerin iş bulma umudu ve iklimsel özellikler gibi birçok neden sayılabilir. Her göç alan bölgelerde olduğu gibi Alanya da olumlu veya olumsuz olarak göç olgusundan etkilenmektedir. Büyükşehirlerdeki vasıfsız ve niteliksiz işgücü göçünün  aksine, Alanya’ya gelen göçün çoğunluğu ya sürekli yerleşme ve yaşamak için yada yatırım yapma amaçlı olarak gözükmektedir. Ancak göç alan her kentte olduğu gibi Alanya’da fiziki ve toplumsal bir takım olumsuzluklarla karşılaşmaktadır. 
Bu sorunları kısaca irdelediğimizde;
Elbette her kentin zaman içinde bir değişim göstermesi kaçınılmaz,   fakat burada aslolan  belli öngörülerle ve belli planlamalarla bu dönüşümün en az sorunla atlatılmasıdır. Ancak Alanya’ya beklenenin üzerinde gelen aşırı göç, doğal olarak kent yaşamı ile ilgili bir çok sorunu beraberinde getirmiştir. Bu sorunlar; Kültürel farklılığın artması ve kentin kozmopolit bir yapıya dönüşmesi,  hırsızlık, yankesicilik, yaralama, öldürme ve faili meçhullerin yıldan yıla artması, okullarda sınıfların doluluk oranının artması ve eğitim kalitesinin düşmesi, uyuşturucu ve keyf verici maddelerin ilköğretim düzeyine kadar inmesi, okullarda çeteleşmelerin olması, ahlaki değerlerin erozyona uğraması, iş umuduyla gelen işsizlerin iş bulamayınca gayr-i meşru işlere bulaşması gibi toplumsal sorunların yanı sıra kentin fiziki yapısında da yetersizliklerin olması tabi bir sonuçtur. Fiziki olarak kentin altyapısının ihtiyacı karşılayamaması, sosyal donatı alanlarının yetersiz kalması, çevre ve deniz kirliliğinin artması, cadde ve sokakların ihtiyacı karşılayamaması, araç trafiği ve otopark sorunu gibi etkenler çağdaş yaşam standartlarını etkileyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Alanya’nın 130 bin turistik yatak kapasiteli bir turizm kenti ve ülkemizin dünyaya açılan bir penceresi olması nedeni ile ülkemizin imajı açısından göçün oluşturduğu en önemli sorun ne yazık ki hırsızlık, kapkaç, yaralama ve adam öldürme gibi asayiş olaylarıdır. Bu tip olaylar hem turizmi hem de toplumun sosyal yapısını etkilemektedir. Buradaki esas sorunu ilçeye yaz aylarında iş bulma umuduyla gelip ve iş bulamayınca gayr-ı meşru işlere bulaşan insanlar oluşturmaktadır.  Sürekli yerleşim için gelen insanlar bir problem oluşturmuyor, turizm sezonunun açılması ile beraber turizmin yarattığı cazibe ile gelen mevsimlik göç toplumsal bir sorun haline geliyor.
Peki nedir bu sorunun çözümü?
Öncelikle sorunun çözülmesi noktasında en büyük görev kanun koyucu ve uygulayıcısı olan Merkezi İdarenin. Henüz ülkemizde yerel yönetimlerin bahse konu problemlerle ilgili genel itibariyle bir yetkisi bulunmamakta. Ama sorunların çözümüne katkı sağlayacak bir takım uygulamalar içersinde oldukları (Güvenlik Kamera Sistemi) ve çeşitli çözüm arayışlarına girdikleri görülmektedir.
Bu çerçevede  Göçün geldiği, işsizliğin yoğun olduğu bölgelerde konut ihtiyacının karşılanması ve istihdam yaratacak yatırımların teşvik edilerek öncelikle göçün önlenmesi gerekmektedir. Mortgage sistemi ile başlanan evsizlere konut edindirme çalışmasının ülke genelinde yaygınlaştırılması ve istihdam için projeler üretilmesi desteklenmelidir. Hiç kimse doğup büyüdüğü yeri terk etmek istemez. 
Suç işlemenin daha caydırıcı hale getirilmesi için gereken yasalar çıkarılmalı ve suç işleyene kamu vijdanını rahatlatacak cezalar verilmelidir. Emniyet güçlerinin yetkisini artırıcı yasalar mutlaka çıkarılmalıdır. 
Yaz aylarında hareketli göçün önlenmesi için cadde ve sokaklarda başıboş gezen insanların kimlik kontrolleri yapılmalı ve kentteki her binada kimlerin ikamet ettikleri tespit edilmelidir. Kentte gelen her insanın Emniyete kimlik bildiriminde bulunması ve geldiği kentten nakil ilmühaberini getirmesi istenmelidir.
Turizm bölgelerine özel bir statü tanınmalı, kentlerin güvenliğini sağlayan kolluk kuvvetlerinin sayısı ve niteliği ihtiyacı karşılayacak şekilde artırılmalıdır. Bilhassa eğlence yerlerinde geceleyin insanların dışarıda olduğu saatlerde mutlaka yeterli sayıda gezici emniyet güçlerinin görevde olması sağlanarak suç işlemenin önüne geçilmelidir. 
Gençlerin eğitim konusu tekrar gündeme alınmalı, okullarda çocuklarımıza ahlaki, kültürel ve kent yaşamı ile ilgili bir takım değerler mutlaka kazandırılmalıdır. 8 yıllık eğitim sistemiyle ilgili yeni çözümler bulunmalıdır. Bugünkü uygulama ile okullarda çeteleşmeler olmaktadır. İlköğretim 8. sınıfa giden onbeş yaşındaki çocuklar ile 7,8,9,10 yaşındaki çocuklar, okul bahçesinde aynı ortamda bulunmaktadırlar. Bu ortamda güçlü zayıfı eziyor, elinden parasını alıyor, tehdit ediyor, parası alınan çocuk korkup içine kapanıyor ve psikolojisi bozuluyor, ailesine öğretmenine söyleyemiyor. Yaşça büyük olanlar zamanla bunu kendi haklarıymış gibi algılayarak çeteleşiyorlar. Bir takım taciz olaylarının da temelinde bu yatıyor. Eğitim sistemimizde sınıfta kalma gibi bir mefhumunda olmamasından dolayı, hak eden ile hak etmeyen ayrımı ne yazık ki yapılamamakta ve böylece okullarımızda sorunlar gittikçe artış göstermektedir. 8 yıllık eğitim mutlaka olmalı ancak 6,7,8. sınıf öğrencileri ile ilkokul 1-5. sınıf öğrencileri aynı ortamda bulundurulmamalıdır. 
Yerel yönetimler ise bu konuların çözümüne katkı sağlayacak eğitime destek vererek, kimsesizlere sahip çıkacak çocuk ve kadın sığınma evleri, aşevleri gibi toplumsal sorunları gidermek için çalışmalar yapmalıdır. Kimsesizler için istihdam sağlayacak projeler oluşturmalıdır.  Emniyet güçlerine katkı sağlayacak güvenlik kamera sistemi gibi projelere destek vermeli ve ülkemizin imajını en çok etkileyen çığırtkanlık gibi çağdışı olayları mutlaka önlemelidir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda güvenlik sorunu nasıl çözülmüştür?
Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın “Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek” adlı eserinde konu detayları ile ele alınmıştır. Osmanlıda mahalleye yerleşen herhangi bir hane halkı, diğer komşuların kefaletiyle oraya yerleşebilmiştir. Dolayısıyla diğer komşular bu aileyi kontrolde, uygunsuz hareketlerini ihtarda  ve mahalleden atmakta hak sahibidirler. Yani mahallenin huzuru ve uyumu  çok önemlidir. O kadar ki, 16. asır sonlarında Kraliçe Elizabeth’in gönderdiği ilk İngiltere Büyükelçisi Edward Barton İstanbul Tophane’de bir mahallede oturuyormuş ve biraz eğlenceye düşkün bir adam olduğu için gayet gürültülü, içkili geceler tertipliyormuş. Mahalleli toplanıp, arzuhal verip onu bile oradan attırıyorlar.  O zaman Vestfalya Antlaşması öncesinde diplomatik dokunulmazlıklar, muafiyetler yok; ama mahalleden atılan da bir kraliçenin sefiri. Burada kültür uyumunun önemi karşımıza çıkıyor. Yine İmparatorluk döneminde özellikle asayişin bozulduğu zamanlarda mahalleli kendi mahallesini kendi korumuştur. Bu çok önemli bir özelliktir ve tabii kanun olmasa da gelenek olan şey ondan daha kuvvetlidir. Herhangi bir konuda istediğin kadar tartışırsın; ama devlet nizamını, cemiyet nizamını bozmaya kalktığın zaman bunun cevabı  bellidir. Suçlunun ıslah edilmesi için en azından sürgüne gönderilme cezası uygulanmıştır. 
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kadılık müessesindeki kadı yargıçlık görevinin yanı sıra aynı zamanda Belediye Reisidir. Bulunduğu bölgenin güvenliğini sağlayan garnizonun yani kolluk kuvvetlerinin görevlerini yapıp yapmadıkları Belediye Reisi (Kadı) tarafından kontrol edilmiştir.
Bugün başka bir bölgeden gelerek, göç ettikleri kentlerde suç işleyenlerin, toplum huzurunu bozanların  o şehri terk ettirilmelerinin yasal hale getirilmesi, Yine turizm bölgelerine özel statü tanınarak Osmanlı’da olduğu gibi emniyet güçlerinin Belediye Başkanına bağlanması veya Belediye Başkanının emrinde özel bir güvenlik kuvveti oluşturulması, 
Göçün getirdiği güvenlik sorunlarının acaba bir çözümü müdür?
 

banner128
Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.