Elbette, Taşlı Yurt ahalisi Eğerbelin Boğazı’ndaki yörük çadırını görürler ama kanunname gereği 3 gün sonra yörüğün göçüp gideceğini düşünürler. Bu arada Hacı Mehmet’in olağanüstü bir müzik kulağı vardır. Yörükler arasında meşhur olan kaval çalma işini fevkalade yapar. Kavalını üflediği zaman yatmakta olan sürülerini düz ovaya döker ve görenleri hayran bırakır. Tabi bu arada, Hacı Mehmet’in sürüsüyle, Taşlı Yurt sakinlerinin az da olsa hayvanları karışır. Sürüleri ayırırken Hacı Mehmet ile ahalinin sürülerine bakanlar arasında ufak tefek iletişimler olur. Bunlardan birisi de, o günün riyaset makamında bulunan Seydi Mahmut’un torunun güzel kızıdır. Hacı Mehmet’in yakışıklılığını ve atak kişiliğini gören kız, Hacı Mehmet’e aşık olur. 
Her neyse…
Bir hafta geçer, 10 gün geçer Hacı Mehmet çadırı toplayıp başka bir yere gitmez. Durumdan rahatsızlık duyan Seydi Mahmut’un torunu, ahaliden birkaç kişi çağırır ve onlara der ki; “Bu yörük başımıza iş açacak, 10 gün oldu niye göçmüyor” diyerek, Hacı Mehmet’e haber salar ve huzura gelmesini söyler. Bir gün sonra, huzura gelen yörük Hacı Mehmet’e; “10 gün oldu, hala göçmedin,  bu yurt bizim, niye göçmüyorsun?” diye sorar. Hacı Mehmet; “Ben buraya göçmeye değil, barınmaya geldim” der. Bunu duyan köyün riyaset makamındaki Seydi Mahmut’un torunu, Hacı Mehmet’e öfkelenip, “Sana 3 gün mühlet veriyoruz, eğer göçmezsen gelip çadırını başına yıkarız” diyerek ültimatom verir. Hacı Mehmet ne yapacağını bilmeden kararsız bir şekilde sürülerinin yanına döner. Kendisine aşık olan kız onu biraz düşünceli görür ve sebebini ondan öğrenir. Bu arada kızın annesi de, kızının Hacı Mehmet’e olan aşkını bilmektedir. Hacı Mehmet ve kız anlaşarak evlenmeye karar verirler. 3 günlük sürenin, ikinci gecesi Hacı Mehmet kızı kaçırır ve evlenirler.
Kızının kaçtığını duyan Seydi Mahmut’un torunu; ahaliye bağırarak: “Ben demedim mi size, bu yörüğü gönderelim, başımıza iş açacak diye, bakın işte; kızım kaçtı. Derhal gidelim çadırını başına yıkalım” der. Toplanıp Eğerbelin Boğazına varırlar, öfkeyle çadırı yıkarlar, Hacı Mehmet’in sürülerini de toplayıp, biraz da şiddet uygulayarak, Hacı Mehmet’i Eylül ayında Gökbel Yaylası üzerinden ve Çökele Yaylası’ndan sahile Selinti’ye gönderirler. Oysa sürüleriyle Kasım ayına kadar yaylaklarda barınan Hacı Mehmet mecburen göçmek zorunda kalır. Her şeye rağmen Hacı Mehmet’in eşi olan kız ona verdiği ölünceye kadar beraberiz sözünden dönmez ve eşi olarak Selinti’ye Adanda kışlağına gider ve acısıyla tatlısıyla yeni bir hayata başlarlar. Gelenektir, kız hazırladığı bohçayla beraber kaçar. Adanda mevkiinde, bir gece bohçayı açıp baktıklarında bir de ne görsünler; kızın annesi  bugün “hudut name” dediğimiz doğu-batı, güney-kuzey sınırları gösteren, Osmanlı Döneminde  “Hüccet” denilen bir nevi tapu senedini bohçaya koymuştur. Bunu gören Hacı Mehmet ve eşi sevinç çığlıkları atarlar, bu sene erken göçmeye mecbur kalmış olsak da, artık o yayla ve otlaklar bizimdir derler.  (DEVAMI YARIN)